20 Aralık 2010 Pazartesi

Yanımdan geçip gittin. Fark etmedin bile beni. Peşinden koşayım dedim, çabaladım; ama çoktan soluğum kesilmiş, ayaklarım düğümlenmişti sanki. Dizlerim kilitlenmiş, enerjim tükenmişti.

Belki de yetmeliydi bu bana. Bir kerecik görmek, bir kerecik yanımdan geçmen, rüzgarını hissetmem yetmeliydi bana.

Yetmiyor işte. Yetmedi. Ne yapayım, istiyorum işte.

17 Ekim 2010 Pazar

Mevsim





Güneşin üstüne kurumuş yapraklar düşer, onun üstüne yağmur, sonra da bembeyaz soğuk...
Battaniye, tarçın çayı, kış şarkıları ve bir kitap...

Kış hep en son gelir.

Bahar çiçekleriyle ve tüysüz kuş yavrularıyla, gözleri kapalı kedi bebeleriyle birlikte gençleştiğimizi sanırız, oysa bir yıl daha geçmiştir son bahardan beri.

Kış yaşlandırır.

Bahar uyandırır, yaz aldatır, kış öldürür.

23 Eylül 2010 Perşembe

Gerçek




En güzel rüyaları bile karanlıkta görüyoruz.
En güzel rüyalardan bile gerçeğe uyanıyoruz.

Gerçekten kaçmak için, güzeli hayal ederken gözümüzü kapatıyoruz, karanlığa sığınıyoruz.

Gerçek acıtıyor.

Gözyaşı ne kadar aksa da, bir türlü alıp götüremiyor gerçeğin karanlık izlerini, ala bula yalanlarını. Bırakıp gidişler, kavuşamamalar ve ölümün getirdiği ayrılıklar sac ayağı oluyor; ortasında alev alev yalanlar yanarken, üstünde susuz, kavruluyoruz. Çırpındıkça kayıp düşüyoruz, daha çok yanıyoruz.

Gerçek yakıyor.

Hayallerden kaçıp gelen bir söz, bir çiçek bahçesine rüzgar dokundukça salınan kokular gibi başımızı döndürürken, başka bir söz de gerçeğin hançeri gibi saplanıveriyor göğsümüze.

Gerçek kanatıyor.

Ömrümüz güzeli hayal edip gerçeği yaşarken geçip gidiyor. Hep bir şeyin hevesi kalıyor içimizde. İstediğimize kavuşabilsek vedalaşıp hazırlanabilecekken, kaçıyoruz ölümden, kaçarken yitip gidiyoruz, karanlığa gömülüyoruz, bir karanlıktan, bir diğerine...

Gerçek yaşanıyor.
Gerçek tüketiyor.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Sandığın gibi değildir hiç.
Hiç olmamıştır, hiç olmayacaktır.

Ne sandın ki? Yüzünde her an o gülümseme olacak değildi ya... Sen huzursuzluk ve gözyaşından yaratılmışsın, hâlâ öğrenemedin mi bunu?

14 Temmuz 2010 Çarşamba

öyle gibi yapmıştı ama
sevecekmiş gibi konuşmuştu,
bakmıştı, davranmıştı

13 Haziran 2010 Pazar

Gözlerimi kapattığımda kayıp yüzler görüyorum. Onların hiç duymadığım sesleri, hiç bilmediğim sözler söylüyor.

Aralarında koyu bir gölge oluyorum ben; yüzü olmayan, sesi çıkmayan...

11 Haziran 2010 Cuma

Yalnızlık güzeldir.
Ne bırakıp giden olur, ne de bırakıp gitsin dediğin.
Sadece biraz eksik hissedersin, o kadar.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Masal

Tersinden başlasın bu masal. Bizim masalımız olsun. Kerevete çıkalım, üç elma atalım gökyüzüne. Sonra başkaları ersin muradına.

Gezelim, dolaşalım, dere tepe düz gidelim. Dağlar aşalım, ovalar geçelim, denizler yüzelim. Büyülü iksirler içelim, sihirli flütler dinleyelim. Bin diyarın sofrasına oturalım, bin baharlı lezzetinden tadalım birlikte.

Her diyarda, kuş tüyü kalemimizi mürekkep şişesine batıralım ve soralım ahaliye:
- Ey ahali, ne istersiniz? Ne yazalım masala? Bizim masalımızda sizler de var olun tüm dileklerinizle...

Yazdığımızı diyarın en yeni kundağına saralım. Kulağımızı yenidoğanın ağzına dayayalım, bize adını fısıldasın ufak nefesiyle. Biz de ona, başka diyarlardan bir isim diyelim. Uzak diyarların bebeleri tanış olsunlar, bilsinler birbirlerini. Masalımız her diyarda yaşansın farklı isimlerle, zamana yenik düşmeden, insana tüketilmeden...

Her masalda olan, üstü kara bulutlu korkunç diyarlar olmasın bu masalda. Ak ışıkla aydınlansın doğanın bin rengi.

"Bir yokmuş, bir varmış" diye bitsin bizim masalımız. Varken yok olmasın, yok olup bitmesin. Var olup sürsün hep.

Bir yokmuş, bir varmış...

12 Mart 2010 Cuma

Olmuyor.
Tam bitti derken, yeniden başlıyor.

7 Ocak 2010 Perşembe

Fotoğraf

Rengi solmuş eski bir fotoğraf yıllar sonra büyütülür ve çerçevelenip duvara asılır ya hani; bir kişi, bir çift, bir aile, arkadaşlar, bir sınıf dolusu öğrenci...

Eski fotoğraflarda renkler solgundur. Onlar maskedir aslında. Soluk renkler fosforlu olanların maskesidir. Zamanın taktığı bir maskedir renkli yüzlere.

Gülümsenir ya hep, işte o sırf zaman kolay aşındıramasın diye, biraz daha parlaklık, renk eklemektir yüzlere. Bu da hislerin maskesidir. Hislerin çıplak yüzü fotoğraflarda görülemez hiç.

Zaman yok etmeye yetmez hiç. Sadece aşındırır. Renklerin pastelleri aşınır, solgun yüzler kalır geriye. O yüzlerin şimdiki yaşlılıkları, geçmişin pastelinden izler taşır. Alındaki çizgiler, avurtlardaki çökük, ikinci kat, koyu renkli lekeler, benler, yüzü çevreleyen beyaz saçlar yine maskesidir o eski pastel renklerin.

Hislerin maskesi sadece fotoğraflarda görülür. Eskimiş yüzlerin çizgileri anlatır hisleri, fotoğraflardaki tebessümlerin aksine. Çıplak yüzlerde hisler saklanamaz hiç.

Bir fotoğrafla zamanda birazcık yol almışsan, bilirsin sen de.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Gülersin de, olmaz.

Eski yalanların nefreti parlar beyaz dişlerinde.

Gözüne kan oturur, beyazı ala bulanır. Siyahı ise büyür, yutar görüntüleri. O ankileri, sonrakileri, öncekileri. Tüm ışıkları, renkleri, yansımaları ve gölgeleri.

Kulağın işitmez olur. Geçmişin çığlıkları dolar içine. Geleceğin tahminleri dolar, şimdinin ise sessizliği dolar ve sağır eder.

Gülermiş gibi yaparsın, kandırırsın. İnanırlar. Çünkü yalanlarına inandırırlar hep, öyle olmuştur önceden hep.

Kusarsın bir gün. O gerçektir. O zaman korkarlar. Sevmezler artık. Severmiş gibi de yapmazlar. Kaçarlar, bırakırlar, kızarlar.

Neyse, öyle olsun. Sen de gülmeyiver gerçekten. Kaçsınlar, bıraksınlar, kızsınlar. Severmiş gibi yapsınlar, sevmesinler, severmiş gibi yapmasınlar. Olsun. Zaman geçiyor, sonun gelecek senin de. Dayan biraz.

Konuş, bağır, sus, gül. Gül, ama inanma.