28 Ekim 2008 Salı

Uyku İlacı Yalanları

Yok genç adam, yalan söyledim. Hiçbir şeyin düzeleceği yok.

Hep sen konuşursun, ben susarım, dinlerim; sen de kızarsın bana, "konuş" dersin ya... Şimdi de ben konuşayım, sen sus ve dinle bakalım.

Az önce gönderdim seni, "Belki bir gün düzeliverir her şey, bilemeyiz ki..." dedim, aldığın uyku ilacı ondan geriye saymaya başladığından dayanamadın ve aceleyle gittin. Ben de uyuyacağımı söyledim, ama yok; mızıkanın sesi uykumu deldi, kesti, parçaladı.

Başım dönüyor, gözlerim kararıyor, sırtım ağrıyor şu lanet bilgisayarın başında saatlerce oturmaktan. Bir haber bekledim, düzelecek diye bir umut bekledim, ama yine yok. Telefonum çaldı bugün, çaldı ama arayan lanetli geçmişimden biri, unutmam gerekenlerden, hiç tanımamış olmayı dilediklerimden. Lanetli saçmalıklara bir yenisi daha eklendi ve aynı geçmişimde yer edindi.

Bir şarkı daha... Evet, bu da bir haberci, hiçbir şey düzelmeyecek diyor puslu sesiyle. Ve bir tane daha, parlak, bezgin sesiyle söylüyor bu kez aynı şeyleri. Gitarın detone olduğu, bagetin trampette sektiği anlarda, kemanın reçinesi az kalmış yayından çıkan şu ses canımı acıtıyor iyice, sanki yeterince acımıyormuş gibi.

Belki de yetinmeyi beceremedik genç adam, kim mutlu ki biz olalım? Belki de her şey bizim kuruntumuz, huysuzluğumuz, doyumsuzluğumuz...

Son bir şarkı daha.

Kötü olan ne biliyor musun? Ben bu şarkıları seviyorum...

24 Ekim 2008 Cuma

Boşluk

Karşımda dikilmiş, öyle gülüyordu. Sinir oldum, içim yanıyordu çünkü. Kapı çaldı, hızla ayağa kalktım oturduğum kenarları ahşap, eskimiş kadife kaplı koltuktan. Gözüm karardı. Kendime geldiğimde sesinden ürktüm, bağırıp duruyordu. Rengi uçmuştu onun da, korktuğu belliydi.

Ev arkadaşlığı başka bir şey. Hastalansan, ölsen kalsan onun haberi olur ilk, yardım eden de odur zor durumlarda. Ben de severim keratayı, ama bazen kavga ederiz, kızdırır beni. Saçma hareketleri de çoktur.

İşte canım yanarken böyle karşıma geçip güldüğü bir anda ona karşı hissettiğim tek şey nefret oluyor. Sorunlu biriyim, sık sık canım yanıyor. Aşık oluyorum, terk ediliyorum, ağlıyorum, anti depresanlara başlıyorum tekrar tekrar.

Dün ne oldu, söyleyeyim mi sizlere?

Film izleyelim, dedi. Yapardık öyle. Cips, kola, çekirdek, bira gibi abur cuburları doldurup getirirdik marketten, sonra da oturma odasındaki çekyata oturur, aramıza abur cuburları koyardık. Ha, unutuyordum az daha, bazen de mısır patlatırdık, ama dün yapmadık. Neyse, filmi koyduk, izlemeye başladık. Tıka basa yedik, içtik. Bira etkisini gösterdi, refleksler zayıfladı. Filmi yarıladık.

- Yiycen mi, dedi.
- Yok.
- Durdursana bi, elimi yıkıycam, şunları da götürelim mutfağa.

Space'e bastım. Taşıdık tabakları, bardak ve şişeleri mutfağa, tezgahın üstüne yığdık. Lavaboya gittik sonra, sırayla ellerimizi yıkadık. Geri döndük odaya, aynı şekilde oturduk, ayakları uzattık sandalyelere. Ama bir fark vardı, aramızda daha az boşluk vardı. Bir şey oldu, anlayamadım pek. O boşluk git gide azaldı. Ben yapmadım ama, oydu başlatan.