28 Kasım 2008 Cuma

Hâlâ

Ben hâlâ özlüyorum.

Sarıldığımda sıcağını, öptüğümde tadını özlüyorum.

Daha eskiden, bir kedi vardı, onu özlüyorum. Yanıma sokuluşunu, ama dokunmaya kalkınca hissettiğim dişlerini...

Ve hepsinin yanında, kulağımda sakince mırıldanan bir şarkı... Huzuruma huzur katan bu sesin eli elimi tutarken uykuya dalmayı özlüyorum, boynumdaki sıcak nefesi...

Daha eski... Baktığım, farkedilince kaçtığım gözleri özlüyorum, hiçkimseye söyleyemediğim...

Çocukluğumu özlüyorum bir de. Kim özlemez ki onu zaten...

Ben galiba hiç unutamıyorum.

27 Kasım 2008 Perşembe

Yeter Ulan!


Hm, bugün yeni bir şey öğrendim. "Arkadaşları atlattık, sıra ailede, hadi bakalım" derken, aslında atlatamadığımı öğrendim.

Nasıl bir insanım ben yareppi? Nasıl bir çevrem var böyle?

Acaba bir yerlerde, diğer özelliklerim yüzünden eşcinselliğime katlanan insanlar yerine, eşcinsel olmamla hiç ilgilenmeyip sadece o diğer özelliklerimle ilgilenecek insanlar var mı? Onlarla nasıl arkadaş olabilirim?

Sayıları giderek azalan, artık neredeyse hiç kalmayan arkadaşlarımın eşcinselliğimden haberdar olan kısmı, buna başka sebepler yüzünden katlanan insanlar. Aynı okullarda okuduğumuzdan, ortak geçmişimiz, ilgi alanlarımız yüzünden ve özgürlükçü zihniyet, modernite bunu gerektirdiğinden katlanıyorlar eşcinselliğime.

Yatağa attığı ve atmak üzere projelendirdiği kadınları uzun uzun anlatan bir arkadaşım katlanıyor katlanmasına, benimle görüşmeye devam ediyor; ama sınırı da çiziyor: "Eşcinselliği konuşmak beni geriyor, rahatsız oluyorum, iğreniyorum". Zaman geçiyor, yeri geliyor, söylüyorum o arkadaşa: "Sen rahatsız oluyordun bu konudan...". "Seksten, yani şunu yaptım bunu yaptım diye konuşulmasından" diyor. Aslında ben hiçbir arkadaşımı biriyle sevişirken düşlememiştim; sevdiği pozisyonlar, çıkardığı sesler... Bana ne ki?

Sadece geylerle mi arkadaş olmalıyım yani? Sokaktakiler kadınlarla sevişmemi istiyor. Arkadaşlık sitelerindekilerse kendileriyle...

Niye biraz sohbet edip, müzik dinleyip sonra uyumak üzere ayrı yataklarda yatabileceğimiz birileri yok? Niye bu yaşta herkesin ergenlik döneminde çözdüğü şu sorunlarla uğraşmak zorundayım?

Çok bir şey istemiyorum aslında. Eskiden arkadaşı olduğum kişilerin, eşcinsel olduğumu öğrendiklerinde de arkadaşı kalabilmek istiyorum. Eskiden biriyle nasıl seviştiğimi düşünmeyen kişilerin, yine düşünmemesini, böylece benden iğrenmemesini istiyorum. Onlar bunu beceremiyorlar, ben de artık böyle bir çevreyle uğraşmak istemiyorum.

Lütfen bundan sonra hayatıma girecek insanlar Wikipedia'dan filan biraz çalışmış olarak gelsinler, anlatmaktan yoruldum, kabullenilmeye çalışmaktan sıkıldım.

22 Kasım 2008 Cumartesi

DİKKAT! İBNE ÇIKABİLİR!

Birkaç gün önce deneyimlediğim bir olay yüzünden bunu yazmam gerekti, yanlış anlaşılma risklerini ortadan kaldırmak için.

Bu blog'da eşcinsellik gayet "normal". İki kadının, iki erkeğin, bir kadın iki erkeğin, 8 kadın 6 erkeğin, daha çok kadın ve daha çok erkeğin karmaşık ilişkileri, tüm kombinasyonlarıyla, alt kümeleriyle, türev ve tümlevleriyle kabul edilir, dışlanmaz, aşağılanmaz, garipsenmez; aksine desteklenir; onların aşkları, sevgileri, nefretleri de yazılır, aynı karşıcinsel insanlarınkinin yazılabileceği gibi. Desteklenir derken, bulaştırılmaz, korkmayın efendim; istense de bulaşmaz bu.

Eşcinsel derken de gey, lezbiyen, biseksüel, travesti, transeksüel ve daha başka kimsenin haddi olmadığı hâlde burnunu sokup durduğu türden yönelimler, yönelimsizlikler, şaşkınlıklar, sapıklıklar, pire tozları, kaynana zırıltıları, fırfırlar, kedi merdivenleri, patlayan şekerler kastedildi üst paragrafta.

Blog'un bir "konsept"i olmasa da eşcinsellik ve benzerleri içeriğe konu oldu ve olacak.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Şarkı

Damarımda gezen, derimden sızan, gözümün önünde sis olan, ağzımdan çıkan çığlıktı alkol. Yanıp sönen renkli ışıklar karanlığı kırıyordu. Şarkı içimi kazıyor, kürek kürek dışarı atıyordu. Başımı iyice sallıyordum, sallıyordum, dönüyordu. Sonra birden duruyordum, durup bırakıyordum kendimi. Kendi sallanıyordu artık başım, kendi dönüyordu. Etraftakilere dokunuyordum, çarpıyordum, tutunuyordum; kim oldukları umrumda değildi. Şarkı içimi kazıyor, kürek kürek dışarı atıyordu.

Gülüyormuşum uyurken. Alnımda damla damla ter, hızlı soluklar, gerilen dudakların arasından görünen dişler... Hatırlamıyorum, güzel bir şey görüyordum herhalde. Öyle dediler, gülüyormuşum uyurken.

Gecenin sonunu hatırlamıyorum. Uyandım, öğlen ışığıydı odayı dolduran. Odanın kapısı aralıktı, içeriden başka bir şarkı duyuluyordu. Ayağa kalktım. Başım ağrıyor, hala dönüyordu. Çığlığın eskittiği boğazımdan aşağı midemde, yukarı ağzımdaydı bu kez alkol, başımdaki ağrıydı. Aralık kapıyı açtım, çıktım, şarkıya gittim. Şarkı içimi kazıyor, kürek kürek dışarı atıyordu.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Küfür

Ve bir yazı daha... Az önceki kesmedi. Bunda nefret var hem, daha leziz. Buyrun efendim.

{mektup}
Sevgili arkadaşlarım,

Arkadaşınız değilsem, ya da sizin için değersizsem, lütfen hayatımdan çıkıp gidin. Yok yok, kibarca değil, defola defola gidin.
{/mektup}

Ya işte, sevgili blog, sonunda delirdi bu oğlan. Kudurttular. Kendi sorunlu, etrafındakiler de öyle. Oysa ihtiyacı olan, istemeyince "istemiyorum" diyen insanlardı. Normal yani, sıradan.

{mektubun devamı}
Ulan görüşmek istemiyosan ne diye "özledim len gel görüşelim" diyosun? İstiyosan niye telefonuma cevap vermiyosun? Veremediysen neden sonra aramıyosun, mesajıma yanıt vermiyosun, ya da yalanlar uydurup görüşmemeyi tercih ediyosun?
{/mektubun devamı}

Rahatladım biraz.

Kim Bilir...

Tam da bu durum için yazdığım bir yazı var, dedi. Elini cebine attı, buruşmuş bir kağıt çıkardı. Bir eliyle elimi tuttu, diğeriyle avcumun içine çizgili defterin bir sayfasından yırtılmış kağıt parçasını soktu. Elinin sıcağı elimi sardı. Şaşırdım, beklemiyordum böyle bir şey. Kızıp bağıracağını düşünmüştüm aslında. Kağıdı yavaşça açtım ve okudum. "Hep hatırlarım ben." yazıyordu.

Ne diyeceğimi bilemedim. Az önce ona beni takip etmemesini, artık peşimi bırakmasını söylemiştim. Birlikte gittiğimiz yerleri paylaşalım, aynı yere gitmeyelim hiç, dedim; benim hakkımda yazılar yazmayı da bırak artık, bitti, unut, dedim. Verdiği cevap o kağıttı. Tekrar ettim, "Unut artık" dedim; ama sesim zor çıktı bu kez. Seni yazmıyorum ki, hatıralarımı yazıyorum, dedi. Benden bunu isteme, seni geri istediğim filan yok; ama tamamen aklımdan çıkarmamı, seni unutmamı isteme lütfen, ben unutamam, dedi.

Güçsüz hissettim, kendimi bırakasım geldi, oraya yatasım, ağlayasım geldi. Bir şey diyemedim, o da demedi. Sessiz bekledik biraz. Az önceki kızgınlığımın yerini tarif edemediğim bir duygu aldı, özlediğimi hissettim bir de. Evet, özlüyordum onu. Aslında anlattığı gibi, o üşüme güzeldi gerçekten. Deli kedi bir de, o da güzeldi. Şarkılar, makarna, konserler, gece deniz manzarası, dudağının sıcağı...

Eve döndüm, girdim web sitesine. Yeni bir yazı: "Karanlığı sevmiyorum artık, çok soğuk geliyor."

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Keşke bitmeseydi, ya da hiç başlamasaydı... Bozduk dostluğu. Şimdi o şarkılar küsse bize, yeridir.

Hem...

Belki bu kez gerçekti, kim bilir...

13 Kasım 2008 Perşembe

Islak Ayakkabılar

Gün artık karanlığa gömüldü. Ya boyun eğdi, ya da anlaştı belki, teslim oldu geceye. Sokakta hâlâ insanlar var, koşturuyorlar oradan oraya. Kediler yine çöpleri karıştırıyor, yiyecek arıyorlar. Arkadan bir tanesi bakıyor onlara, ne düşünür bilinmez. Marketlerde kasiyerler barkod okutunca çıkan sesi milyon kez duymaktan bıkmış, ya da duyarsızlaşmış halde devam ediyor aynı işe, fiş kesmeye, para saymaya. Otobüs şoförleri, otobüstekiler, benzin pompacıları, simitçiler, öğretmenler, bankacılar... Hepsi ya işten dönüyor, ya işe gidiyor, ya da öyle bir şey işte.

Hiç anlamam günle geceyi. Neden birbirlerinin üstüne çıkıp dururlar, çelme takar düşürürler birbirlerini... Eğlenceli bir şey yok ki, doğup batıp ne yaparlar?

Işıklar gibi sesler de doğar, batar. Sabahın sesleri, öğlenin, akşamın, gecenin, 3.21'in, 14.02'nin sesi hep başkadır. Sürekli biri doğar, biri batar. Üstelik ertesi gün doğan aynısı değildir, başka bir 3.21, 14.02 doğar. Duvarlara çarpar, yükselir, yoldan seker, küçük bir çocuğun kulağından girip ağzından çıkar, bir sağırın kulağına çarpar, yere düşer.

Gün doğar, güneş doğar, ay doğar, gece doğar, sesler doğar, sokak lambaları doğar, araba farları, şarkılar, akşam haberleri, savaş sesleri, aşklar, cinayetler her gün doğar ve batar, hepsi. Sözler de öyle. Şimdi doğuyor olsa da bu söylediklerim, birazdan pencereyi kapatırım, batar. Hem çocuğun gözlerine çarpıp ağzından da tekrarlanmaz.

Tüm bunlar olurken, bir şey hiç doğmaz, batmaz. Hiçbiri yokken bunların, o doğmuştur. Bebeden sakallı dedeye, ya da saçları ak bir nineye dönmüştür çoktan. Ama batmaz, hep vardır o. Ne o, biliyor musun? Ben bilmiyorum. Histir diyorum ama, öyle bir şey olmalı. O sesler, ışıklar, sözler, yalanlar, koşturmalar, otobüste körüğe yaslanmış beklerken karşıdakiyle yarım saniyelik bakışma histir aslında.

Hisler ışık olur, ses olur, katılır bize. Onları görürüz, haykırırız, ya da içimizde tutarız. Bitmesin isteriz, bazen de hiç doğmasın. Bitmez de doğmaz da aslında, dedik ya dededir, ninedir diye. Ama ya bize katılır, ya da bizi bırakır.

Gözlerimi kapatsam, kulaklarımı tıkasam yine de hissederim ben. Soğuk olur, üşürüm. Hatırlarım bir de. Biliyor musun, ben bazı şeyleri unutmam. İstesem de unutamam. Bazen üşümek de güzeldir aslında. Güzel bir üşüme hatırlıyorum ben, ıslak ayakkabılarla saatlerce yürüyüp sabaha kadar donduğumuz gecede. Onun kırmızı, benim yeşil ayakkabılarımız... Güzel başlayan yağmur canımıza okumuştu sonra, sokak göl olmuştu. Deli bir kedi vardı, ne güzeldi...

Hisler yine içimde benim. Kapattığım gözümden, tıkadığım kulağımdan giriyor yine ışık, ses. Belki girmiyor da, zaten içeride. Hatıralar ışıklarıyla, sesleriyle, karanlıktaki sıcağıyla aklımda.

İstiyorum, ama unutamıyorum. Tek başıma üşümek, görmek, duymak, gözlerimi kapatmak güzel değil. Hislerdi önemli olan, öyle değil mi?

*********************************************************

Ah, ah... Can sıkıntısı böyle işte. Bulamamak, özlemek, hatırlamak, unutamamak, istemek, boşluk, sokağa girememek... Evet, sokağa girememek, çıkamamak değil. Sokak kapalı, ben dışarıdayım.

Karmaşık, düzensiz hislerle bir yazı bu kadar oluyor.