17 Kasım 2008 Pazartesi

Kim Bilir...

Tam da bu durum için yazdığım bir yazı var, dedi. Elini cebine attı, buruşmuş bir kağıt çıkardı. Bir eliyle elimi tuttu, diğeriyle avcumun içine çizgili defterin bir sayfasından yırtılmış kağıt parçasını soktu. Elinin sıcağı elimi sardı. Şaşırdım, beklemiyordum böyle bir şey. Kızıp bağıracağını düşünmüştüm aslında. Kağıdı yavaşça açtım ve okudum. "Hep hatırlarım ben." yazıyordu.

Ne diyeceğimi bilemedim. Az önce ona beni takip etmemesini, artık peşimi bırakmasını söylemiştim. Birlikte gittiğimiz yerleri paylaşalım, aynı yere gitmeyelim hiç, dedim; benim hakkımda yazılar yazmayı da bırak artık, bitti, unut, dedim. Verdiği cevap o kağıttı. Tekrar ettim, "Unut artık" dedim; ama sesim zor çıktı bu kez. Seni yazmıyorum ki, hatıralarımı yazıyorum, dedi. Benden bunu isteme, seni geri istediğim filan yok; ama tamamen aklımdan çıkarmamı, seni unutmamı isteme lütfen, ben unutamam, dedi.

Güçsüz hissettim, kendimi bırakasım geldi, oraya yatasım, ağlayasım geldi. Bir şey diyemedim, o da demedi. Sessiz bekledik biraz. Az önceki kızgınlığımın yerini tarif edemediğim bir duygu aldı, özlediğimi hissettim bir de. Evet, özlüyordum onu. Aslında anlattığı gibi, o üşüme güzeldi gerçekten. Deli kedi bir de, o da güzeldi. Şarkılar, makarna, konserler, gece deniz manzarası, dudağının sıcağı...

Eve döndüm, girdim web sitesine. Yeni bir yazı: "Karanlığı sevmiyorum artık, çok soğuk geliyor."

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

Keşke bitmeseydi, ya da hiç başlamasaydı... Bozduk dostluğu. Şimdi o şarkılar küsse bize, yeridir.

Hem...

Belki bu kez gerçekti, kim bilir...