13 Kasım 2008 Perşembe

Islak Ayakkabılar

Gün artık karanlığa gömüldü. Ya boyun eğdi, ya da anlaştı belki, teslim oldu geceye. Sokakta hâlâ insanlar var, koşturuyorlar oradan oraya. Kediler yine çöpleri karıştırıyor, yiyecek arıyorlar. Arkadan bir tanesi bakıyor onlara, ne düşünür bilinmez. Marketlerde kasiyerler barkod okutunca çıkan sesi milyon kez duymaktan bıkmış, ya da duyarsızlaşmış halde devam ediyor aynı işe, fiş kesmeye, para saymaya. Otobüs şoförleri, otobüstekiler, benzin pompacıları, simitçiler, öğretmenler, bankacılar... Hepsi ya işten dönüyor, ya işe gidiyor, ya da öyle bir şey işte.

Hiç anlamam günle geceyi. Neden birbirlerinin üstüne çıkıp dururlar, çelme takar düşürürler birbirlerini... Eğlenceli bir şey yok ki, doğup batıp ne yaparlar?

Işıklar gibi sesler de doğar, batar. Sabahın sesleri, öğlenin, akşamın, gecenin, 3.21'in, 14.02'nin sesi hep başkadır. Sürekli biri doğar, biri batar. Üstelik ertesi gün doğan aynısı değildir, başka bir 3.21, 14.02 doğar. Duvarlara çarpar, yükselir, yoldan seker, küçük bir çocuğun kulağından girip ağzından çıkar, bir sağırın kulağına çarpar, yere düşer.

Gün doğar, güneş doğar, ay doğar, gece doğar, sesler doğar, sokak lambaları doğar, araba farları, şarkılar, akşam haberleri, savaş sesleri, aşklar, cinayetler her gün doğar ve batar, hepsi. Sözler de öyle. Şimdi doğuyor olsa da bu söylediklerim, birazdan pencereyi kapatırım, batar. Hem çocuğun gözlerine çarpıp ağzından da tekrarlanmaz.

Tüm bunlar olurken, bir şey hiç doğmaz, batmaz. Hiçbiri yokken bunların, o doğmuştur. Bebeden sakallı dedeye, ya da saçları ak bir nineye dönmüştür çoktan. Ama batmaz, hep vardır o. Ne o, biliyor musun? Ben bilmiyorum. Histir diyorum ama, öyle bir şey olmalı. O sesler, ışıklar, sözler, yalanlar, koşturmalar, otobüste körüğe yaslanmış beklerken karşıdakiyle yarım saniyelik bakışma histir aslında.

Hisler ışık olur, ses olur, katılır bize. Onları görürüz, haykırırız, ya da içimizde tutarız. Bitmesin isteriz, bazen de hiç doğmasın. Bitmez de doğmaz da aslında, dedik ya dededir, ninedir diye. Ama ya bize katılır, ya da bizi bırakır.

Gözlerimi kapatsam, kulaklarımı tıkasam yine de hissederim ben. Soğuk olur, üşürüm. Hatırlarım bir de. Biliyor musun, ben bazı şeyleri unutmam. İstesem de unutamam. Bazen üşümek de güzeldir aslında. Güzel bir üşüme hatırlıyorum ben, ıslak ayakkabılarla saatlerce yürüyüp sabaha kadar donduğumuz gecede. Onun kırmızı, benim yeşil ayakkabılarımız... Güzel başlayan yağmur canımıza okumuştu sonra, sokak göl olmuştu. Deli bir kedi vardı, ne güzeldi...

Hisler yine içimde benim. Kapattığım gözümden, tıkadığım kulağımdan giriyor yine ışık, ses. Belki girmiyor da, zaten içeride. Hatıralar ışıklarıyla, sesleriyle, karanlıktaki sıcağıyla aklımda.

İstiyorum, ama unutamıyorum. Tek başıma üşümek, görmek, duymak, gözlerimi kapatmak güzel değil. Hislerdi önemli olan, öyle değil mi?

*********************************************************

Ah, ah... Can sıkıntısı böyle işte. Bulamamak, özlemek, hatırlamak, unutamamak, istemek, boşluk, sokağa girememek... Evet, sokağa girememek, çıkamamak değil. Sokak kapalı, ben dışarıdayım.

Karmaşık, düzensiz hislerle bir yazı bu kadar oluyor.

Hiç yorum yok: