22 Mayıs 2009 Cuma

Kemik

Ne zaman gülsem boğulurum.

Suyla değil, havasızlıktan değil. Başka bir şeyden.

İçime dolar. Ciğerlerime dolar, dolar, göğsüm patlayacak gibi olur. Gırtlağıma kadar gelir sonra, ağzıma dolar, genzime dolar, burnumdan akar. Parmak uçlarımdan damlar, tırnağımla etimin arasından.

Kusar gibi olurum, öksürürüm ölür gibi. Çırpınırım, titrerim. Bitmez.

Ölmek değildir bu. O yüzden bitmez.

Gücüm tükenir, düşecek gibi olurum. Gözlerim kararır. Kulaklarım patlayacak gibi, acır.

Başım döner sonra. Her yer döner. Karanlık da olsa döner. Hissederim, etrafta çarpacak şeylerin hepsi duruyordur daha. Çarpsam canım yanar. Derim kesilir, kanım akar. Sıcaksa dağlar, soğuksa dondurur. Çünkü ölmek değildir bu. Çarpsam can yakarım, kanatırım, dağlarım, dondururum.

Öldüğüm zamanlar da olur benim. Gülünce değil, başka zamanlar.

O zaman durur her şey. Yine karanlık; ama dönmez başım. İçime dolduğunu hissetmem bu kez, zaten dolu olurum. Dolmuş, dolmuş, şişmiş, gerilmiş, patlamış, yine dolmuşum, sonsuz kere olmuş bunlar. Sonsuz kere dolmuş içime, damarlarıma dolmuş, patlatmış onları. Kan yok artık. Damar yok, et yok. Hepsi kemik. Kırılmayacak kadar güçlü, çürümeyecek kadar kuru, katı, nefes aldırmayacak kadar yoğun. Görünmeyecek kadar karanlık. Tek parça olurum ölünce.

Ölünce çevremdeki durgun karanlık dalgalanır bazen. Ufacık dalgalar süzülür üzerinde, çarpar hafifçe, daha küçük dalgalara bölünüp geri döner. Oradan oraya gezer etrafa çarparak. Gücü azalır, daha küçülür, hızı azalır, sonunda yine bana çarpar. Katı bedenime yayılır titreşimleri. Karanlık yine durgunlaşır sonra.

Karanlığın içinde, daha yoğun bir karanlık olurum ölünce. Daha katı, daha kemik, kansız, kalpsiz, nefes almayan, görmeyen, görünmeyen. Hissetmeyen.

Bazen etrafımdaki durgun karanlığın küçük dalgaları çarptığında bana, tutarım. Bastırırım kendime. Öksürmeye başlar ciğerlerine dolan beni atmak için. Çırpınır. Daha çok bastırırım. Daha derine, daha yoğuna, katıya, görmeyene, görünmeyene, dışarıdan daha uzağa. Ellerimin arasında, kuru, çatlak avuçlarımın içinde titrediğini hissettikçe daha çok bastırırım.

Durur sonra.

Öksürmez, çırpınmaz, titremez. Nemli sıcağı avcumun çatlaklarından girer içeri. Katılığımın içinde gezinir. Yukarı çıkar yavaşça, kemikleşen gözlerime ulaşır. Sarar onları, sonra önünde toplanır, damlar.

Koca bir karanlıkta, eski günlerin rengi, sesi, tadı, hissi, hatırası, çocukluğu, küskünlüğü, çilesi, eğlencesi, iç burukluğu, iç sıkıntısı, sessizliği, pişmanlığıdır o küçük dalgalar.

Uzun yıllarda, saniyelerdir sadece.

Ölünce hissetmem hiç. Sinirlerim de katılır kemiğime, katılığıma, işlemez olur. Çünkü sebebim yoktur artık. Belki hiç olmamıştır, belki de o küçük dalgalar onların rengine boyanır, ışığını ışıldar.

Oysa gülünce... Henüz kemik değilken, katılık dolar içime. Damarlarımı boşaltıp yerini alır kırmızı kanımın, kurutur hepsini. Bunu hissederim. Etim de durur daha, sinirlerim de. Kessen acırım, yaksan acırım. Çünkü daha kararmamışımdır büsbütün, gözlerim kapalı da olsa görürüm.

İçime dolan, saniyeleri çevreleyen uzun yıllardır.

İşte o zamanlar, vardır, ya da ben öyle sanırım, yanılırım.

Beni boğar.

Hiç yorum yok: