18 Şubat 2009 Çarşamba

We Care A Lot, See You In The Next One

"Ne bu abuk sabuk nick!" diyenlere, We Care A Lot Faith No More'un bir şarkısı. 1985'te çıkmış olmasına rağmen, video biraz 90s görünüyor. Farklı "release"leri var şarkının, video belki gerçekten doksanlarda çekilmiştir.

"Ne bu abuk sabuk adres!" diyenlere, See You In The Next One ise The Verve'ün şarkısı.

15 Şubat 2009 Pazar

Dert Dinlenir

Ben sıkılıyorum. Hem de öyle böyle değil. Anlatın, dinleyeyim, kendiminkileri unutayım. Siz de rahatlayın, ben de.

Email: r1024x768@gmail.com
MSN: r1024x768@hotmail.com

Ya valla bak, ciddi ciddi istiyom bunu. Yok mu hiç okulu uzatan, sevgilisinden ayrılan, arkadaşıyla kavga eden?


Foto: Güzin Abla

Pastel Güneş





Üç-dört yaşındaydım. Büyük şehrin betonları arasına gömülmemiştik henüz. Hatta İstanbul'u duymamıştım bile, hiç de umrumda değildi. Doğduğum, oturduğumuz ilçede küçük evimizin koca bir bahçesi vardı.

Annem ve babam hemen karşıdaki okuldaydı. Arabaya binmeye gerek yoktu işe gitmeleri için, hele benim şimdi yaptığım gibi, iki saatte varmıyorlardı. Belki başkalarının metrosu, metrobüsü yoktu o zaman; ama bu hiç umrumda değildi.

Yandaki koca bahçedeki güzel kokulu domateslerden yiyebilirdim. Büyükbabamın ve babaannemin domatesleri. Bir de büyük ayva ağacı vardı orada.

Üst kattaki ev sahibi teyzenin daha küçükken beni uyutmaya çalıştığını hatırlıyorum. Gözümün önüne geliyor öteden izliyormuşum gibi, oysa o görüntüdeki yüzüne örtü örtülüp sallanan kişi bendim. Ben uyutulurken başka teyzeler de vardı odada, kim oldukları hiç umrumda değildi.

Pastel ve kuru boyaları severdim o zamanlar. Sıcacık sobanın yanındaki minderde oturup bu boyalarla resim yaparken, yıllar sonra siyah kurşun kalemle de güzel resim yapılabileceğini öğrenecek olmam hiç umrumda değildi.

Bob Dylan, Simon and Garfunkel, Pink Floyd ve Boney M benim için sadece salondaki vitrinin üstünden odaya yayılan seslerdi o zamanlar. Bahçedeki kediyi bir an unutmuş, sıcak sütle dolu cam bardağımın kırmızı plastik altlığıyla ilgileniyordum kahvaltı masasında. Piyano, gitar ve mandolinse sulanan domates bahçesinde çıkışan solucanları görmek için koştuğumda aklımdan çıkıyordu tamamen. O bahçenin bir köşesinde dereotu kokusu, o büyük ağaçta ötüp duran guguk kuşları ve iki yanında destek tekerleği olan bisikletim vardı.

Eve girerken kafamı çevirip bakmıyorum şimdiki bahçeme. Belki de artık siyah kurşun kalemle de güzel resim yapılabileceğinden haberdarım, belki Simon and Garfunkel'in plağı benim için önemli, piyano ve gitar duyunca elimdeki siyah kurşun kalemi bile bırakıyorum, sütü hangi bardakla içtiğimin önemi yok, hatta ne zamandır süt bile içmiyorum. Kafamı çevirip bakmıyorum, çünkü değiştiğimi görmekten korkuyorum.

Üç-dört yaşındaydım. O bahçede, bir yaz günüydü. Gözlerimi kıstım, güneş kirpiklerimde süzüldü. Çizgi çizgiydi ışık, ve siyah kalemle değil, pastel ve kuru boyalarla çizilmişti.

Bir yaz günü, o bahçede, o ana döneyim istiyorum. Mavi gökyüzünde pamuk bulutlar, burnumda dereotu kokusu, iki yanında ufak tekerlekleri olan bisikletimin üstünde, kirpiklerimin siyahlarını süzdüğü güneşin pastel çizgilerini seyredeyim. Başka hiçbir şey umrumda olmasın.

12 Şubat 2009 Perşembe

Sevgililer Günü Arifesi Sızlanmaları






Efendim, bildiğiniz gibi cumartesi sevgililer günü. Sevgili sahibi olmak mutluluk kaynağıyken, yalnızlık da aksine can sıkıcı bir şeyken, halihazırda mutlu olanlar için özel bir gün tahsis ediliyor. Hiç adil değil. Üstelik o gün sevgilisi olmayan zavallılar eve kapatıylıyor. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan ekonomik düzen gibi; aynı şeyi duygular üzerinden gerçekliyor. Üstelik ekonomik tarafı da var bunun, azımsanmayacak düzeyde. Şimdi sokağa çıksak, her taraf kırmızı kalp şeklinde ıvır zıvırla, afişle filan doludur, televizyon reklamlarını da tahmin edebiliyorum.

- Sevgili senden, kontor bizden! 14 Şubat'ta sevgilinle doya doya konuş.
- Sevgili senden, yemek bizden! Kim demiş aşk doyurmaz diye? Beleş yemek, yin gari!
- Bir I LOVE YOU yastığı alana ikincisi bizden! İkisini aynı anda idare edenlere...
- Sevgili senden, düdük bizden! (Olmayacak şey değil, Prison Break'te Sucre'nin başına gelmişti hani, belki bazılarının ihtiyacı vardır...)
- Eskisini getir, yenisini götür! (Kampanya budur!)

Varsayılan ilişki hep çapraz ilişki (cross-correlation) ve varsayılan finansal yükümlü de erkek tarafı. Bu reklamlar da erkeklere yönelik. Tabii hatunlar da görecek reklamları, baskı yapacak "aa aşkım bak yüzde yirmi indirim varmııışş" diye. Aynı oyuncakların renkli olması gibi, ilgisini çekecek çocuğun, annesi karşı gelemeyecek.

Aslında ticari kaygının yanında erkekler için belki bir de ödüldür bu indirimler, kampanyalar gerçekten. O kadar abaza genç erkek varken, hatun yapmayı başarmış olanları belki ödüllendirmek istiyordur bu sektör. Kendi de üç beş kazanır zaten, yemek beleşse içki pahalıdır falan filan.

Kimsenin ilişkisiyle, aşkıyla, günüyle, kampanyasıyla bir derdim yok aslında. Ama rahatsız olduğum şey haftanın en "gezme tozma günü"nü onlar yüzünden evde geçirmek zorunda olmam. Bir arkadaşımı arasam, "Ya ben sıkıldım, hadi dışarı çıkalım, kahve bira filan içeriz, ya da sinemaya gidelim" desem, "Olm bugün sevgililer günü, manita sanmasınlar bizi, hiş alo" diyecek. Sahip olduğum arkadaşların da tamamına yakını erkek olduğundan, "hadi dışarı çıkalım, bizi sevgili sansalar da sorun olmaz" diyebileceğim kız arkadaşım da yok. Tek başıma sinemaya gitmeye kalksam bile ciddi bir ayrıma maruz kalacağım, benim bilete verdiğim paraya iki kişi girecekler içeriye, üstüne bir de beleş mısır fişi alacaklar, üzerinde kırmızı kalp olan.

O gün geldiğinde, gördüğüm sevgililerin karşısına geçip başım dik, gözüm pek, "abazaysam günahım ne?" demek istiyorum. Hatta bir abaza timi kurup bunu ekip hâlinde, senkronize bir şekilde gerçekleştirerek işlevselliği, verimi arttırmak istiyorum.

8 Şubat 2009 Pazar

Gay Life

Bazen inanıyorum sapıklık diyenlere. Yukarıdan biri verecek şimşeği, helak olacağız biz günahkâr güruh. Dünyayı huzur kuşatacak.

Aylar sonra da olsa, bir kez daha haklı çıkmanın üzücü gururunu yaşıyorum. Boktan bir gurur bu, insanın içine sıkıntı sokan cinsten.

Küçükken, gay tanışma sitelerinde 30+ abiler hep sadece "seks" arayanlardı. Yıllar bilgelik getiriyor anlaşılan. Bu saçmalığın içinde bir "gerçek" olmadığını, bunun puslu yalanlarla donanmış rezil bir hayat olduğunun farkına varmış, günahın tadına varmaya çalışıyorlardı demek.

Gay dediğin iyi rol yapar. "Seviyorum" der, yersin. Yalan dolan işte.

Gay life denen bu sosyokültürel yapı... Sokayım kültürüne.